
Aileler akıllı telefonların ve bilgisayarların sürekli kullanılmasının çocukların beyinlerini, duygularını ve ilişkilerini nasıl etkileyeceğini merak ediyor. Ben de hem bir veli hem de bir eğitimci olarak yeni nesildeki farklılıkların, teknoloji bağımlılığının ve bu bağımlılıkları, farklılıkları fırsata çevirmenin üzerinde uzun süredir düşünüyorum, naçizane ulaştığım bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.
Aslında bu nesille ilgili en belirgin farklılıkları bir gün okulda “Bir robotunuz olsa onunla ne yapmak isterdiniz” konusunu işlerken fark ettim. Yaklaşık 150 öğrencinin 120-130’u birbirlerinden bağımsız bir şekilde kağıtlara “onunla sohbet ederdim, dertlerimi anlatırdım, arkadaşım olmasını beni dinlemesini isterdim” gibi cevaplar yazmıştı. Bu cümlelerden yola çıkarak neden bu kadar yalnız hissettiklerini anlamaya karar verdim ve çok kısa bir süre sonunda da çok belirgin bir şekilde aslında birçoğunun ailesinin “teknoloji bağımlısı” olduğunu, çocuklarını da farkında olmadan teknoloji bağımlısı yaptığını; bir kısım ailelerin de teknolojiye çok mesafeli olduğu için çocuklarının teknolojiyle olan ilişkisinin nasıl olması gerektiği konusunda bir türlü fikir sahibi olamadığını bu yüzden de bilmediği bir şeyi tamamen yasaklayarak çocuğunun başarısına ket vurduğunu fark ettim. Şunu unutmayalım ki i- Nesli nereye gidiyorsa ülke de oraya gidecek o yüzden onları anlamak ne istediklerini bilmek geleceğimiz açısından da çok önemli. Öyleyse bir bakalım ne ister bu yeni nesil bebelerJ
İşe kimin hangi kuşağa ait olduğunu keşfetmekle başlayalım.
Aşağıda doğum yılına göre ait olunan nesilleri göreceksiniz.
Bebek Patlaması Nesli (1946-1964)
X Nesli: 1965-1979 arasında doğanlar
Y Nesli(Milenyum Kuşağı): 1980-1999 arasında doğanlar
i-Nesli(Z-Nesli yada Kar Tanesi Nesli):1995 de doğan hala günümüzde doğan çocukları da kapsayan nesil
Bu nesilde yaşanan bazı önemli olaylar:
1995:İnternetin doğum yılı
1997:İlk sosyal medya sitesi ortaya çıktı
2006:Facebook ortaya çıktı, Youtube yayına başladı
2007: i-Phone piyasaya çıktı
Peki i-neslinin ve anne babalarının en belirgin özellikleri neler sırayla inceleyelim:
Günümüzde 18 yaşında olanlar bir zamanların 14 yaşındaki çocuklarını, 14 yaşındakiler de bir zamanların 10-12 yaşlarını andırıyor. Çünkü eskiye göre anne babalar ergenlik dönemindekilere çocuk gibi davrandıkça, daha az bağımsızlık tanıdıkça ve onları daha fazla korudukça çocukluk dönemi uzuyor. Sürekli çocuğunun yerine kararlar veren, her hareketini denetleyen, onun yerine her şeyi çözmeye çalışan anne babalar HELİKOPTER ANNE-BABA olarak adlandırılıyor.Dolayısıyla çocukluktan ergenliğe ve yetişkinliğe gelişimin yörüngesi bütünüyle yavaşladı.Ergenlik çağındakilerin yetişkinlere özgü şeyler yapmaya başladığı büyüme çağı da şimdi daha geç başlıyor.
i-Neslinin bir diğer değişik özelliği ise bir sorunla karşılaştıklarında sorunun çözümü için direk üst otoriteye başvuruyor. Örneğin okulda bir sorun yaşadıklarında doğrudan öğrenciyle yüzleşip problemi çözmeye çabalamak yerine kurumdaki üst otoriteye başvurup üst otoritenin kendilerine güvenli bir alan yaratmasını, her tür sorunlarında problemle üst otoritelerin başa çıkmaya çalışmasını istiyorlar.Helikopter anne babalar yüzünden problem çözmede başarısız olan i-neslinin bireyleri bu nedenle kar tanesi nesli(son derece kırılgan, en ufak baskı altında eriyip giden) olarak da adlandırılıyorlar. Korkarım bu tür çocuklar yabancı fikirlerden sürekli korundukları için ortamın özenle denetlendiği yerlerden çıktıklarında (iş hayatında, evlilik hayatında gibi) hazırlıksız yakalandıkları toplumsal durumlardan sert bir şekilde savrulacaklar. Rosin’e göre çocuklarımızı aşırı koruyacağız derken muhallebi çocuğuna çeviriyoruz, bir makalesinde “şu hijyenik çocuklara bir bakın hele, ne dizlerinde bir yara var ne de karnelerinde bir tek kırık not.İnsanın bazen kendini kötü hissetmesi gerektiğini çocukların da öğrenmesi gerekiyor, biz yaşayarak öğreniriz.” diyor.
İ nesli çocukları anne ve babaları yanlarında olmadan pek dışarı çıkmıyor. Yaşadığımız çağda suç oranlarının yüksek olması(ki yapılan araştırmalara göre cinayet oranlarında hızlı bir düşüş intihar oranlarında hızlı bir artış var)aileleri çocuklarını aşırı koruma kollama içgüdüsüne doğru itiyor.
Aileler kendi dönemlerinde yaşamış oldukları bir çok zorluğu, hatta yaşayamadıkları çocukluklarını üstlendikleri ağır sorumluluklara bağlıyor, neticede çocuklarına mümkün olduğunca sorumluluk vermekten kaçınıyor. Ancak beyin deneyime bağlı olarak değişiyor ve günümüzdeki ergenlerin- genç yetişkinlerin frontal kortekslerinin az gelişmiş olması, onlara yetişkinlik sorumluluklarının verilmemesinden kaynaklanıyor
i-Nesli eski nesillere oranla daha az kitap okuyor. Yapılan bir çalışmada öğrencilerin bilgisayar kullanırken ortalama her 90sn de bir farklı görevler arasında gidip geldiğini, bilgisayar pencerelerini bir dakikadan daha kısa bir süre açık tuttukları görüldü. Belki de kitaplar yeterince hızlı olmadığı için, bir sonraki bağlantıyı tıklayacak ya da bir sonraki sayfaya birkaç saniyede geçecek şekilde büyütülmüş bir kuşağın dikkatini uzun süre odaklayamıyor.
i-Neslinin diğer nesillere göre daha az sosyal olduğu görülüyor. Aileleriyle birlikteyken bir yandan telefonlarıyla uğraşıp bir yandan “evet, evet, tamam” gibi geçiştirici üsluplar takındıkları, farklı nesillerle iletişim kurmaktan sıkıldıkları görülüyor. Yaptıkları en fazla etkinlik boş zamanlarında yalnız kalmak, daha doğrusu yalnız kalıp akıllı telefonlarını kurcalamak. Ancak yapılan araştırmalara göre ekran başında daha çok zaman geçirenlerde mutsuz olma eğilimi daha yüksek, arkadaşlarıyla yan yana zaman geçirenlerde mutsuzluk olasılığı %20 daha az Bir başka araştırmaya göre de Facebook’u daha çok kullanan insanlarda akıl sağlığı ve yaşam memnuniyeti daha düşük düzeyde.
Kimlik gelişme aşamasında olan özellikle ortaokul öğrencilerinde beden imgesi sorunları daha sık görülüyor. (Ben şişmanım, kisayım güzelim, çirkinim vs. gibi) Yaş ilerledikçe özgüven artıyor ve insan kendini olduğu gibi sevmeyi öğreniyor. Dolayısıyla bu dönemde sosyal medyada paylaşılan selfieler, görüntüler, yazılar ve onların. altına yapılan yorumlar, benzetmeler bazen siber zorbalık olarak gençlerin karşısına çıkabiliyor. Yapılan bir araştırmaya göre sosyal medya sitelerini her gün ziyaret eden ergenlerde, “Kendimi sık sık yalnız hissediyorum” ve “Sık sık keşke daha fazla arkadaşım olsaydı diyorum” ifadelerine katılma oranının daha yüksek olduğu görülüyor ve bu bireylerin daha fazla kaygı, depresyon, yalnızlık ve daha az duygusal bağlılık içinde olduğu tespit edilmiş.
i-Neslinin yaşadığı bir durum da dünya çapında gelir eşitsizliklerinin en yüksek olduğu çağı yaşıyor olmaları. 1960’larda insanlar üniversiteden çıkar çıkmaz iş bulacağından emindi, bu da onlara yaşam felsefeleri üzerinde düşünme olanağı verdi.i-Nesli ise faturaları, öğrenci harçlarını ödemeye odaklanacaklarını düşünüyorlar bu nedenle de hayatın anlamını düşünmeye de zorlanıyorlar.
Yine bu nesille birlikte ortala çıkan bir diğer akım SAVSAKTİVİZM. Özellikle yardımlaşma konularında karşımıza çok çıkıyor. İ-Nesli başkalarına yardım etmenin önemli olduğunu düşünüyor, ama bunun için hiçbir şey yapmak istemiyor. Bir sürü lafın çok az eylemin olduğu çevrimiçi hayatların da bunda etkisi olabilir .İnsanlar sosyal medyada daha çok yardımlaşma ile ilgili iletiler paylaşıyor, ama diğer nesillere oranla daha az yardımlaşıyor.
Bu neslin en önemli özelliklerinden biri de bireyselciliği, özerkliği her şeyin üstünde görüyor olmaları, en önemli değerin kendin olmak olması aynı zamanda eşitlik ve kabul yönünden öncü olmaları. i- Nesli artık hiçbir şeyi “yanlış” diye damgalamak istemiyor, artık her şey bireye kalmış diye düşünüyor.
Son olarak da kızlar sosyal medya sitelerinde erkek çocuklara oranla daha fazla zaman harcıyor. Erkek çocuklar ise genellikle bilgisayar oyunu oynuyor. Dolayısıyla sosyal medyada yazılanlardan kız çocukları erkek çocuklara oranla daha fazla etkileniyor. Paylaştığı bir resim kaç beğeni almış, kimler kaç adet yorum yapmış bunların hepsi duygu durumlarını etkiliyor. Bir süre sonra zamanının büyük bölümünü beğeni sayısını artırabilmek için çektiği resimlere harcıyor.
Peki bu nesil için yapılabilecekler neler:
Dışarıda kullanmak için(eğer bir proje için gerekli değilse ) çocuklarınıza sınırlı özellikleri olan telefonlar verebilirsiniz. İnternet erişimi olmayan kapaklı (takoz dediğimiz J) cep telefonlarından…
Tabii ki sosyal medyaya girmek isteyecekler, bunun için kendi bilgisayarınızdan hesap açabilirsiniz. Yapılan araştırmalar günde 2 saatten fazla sosyal ağ kullanımında mutsuzluk ve akıl sağlığı sorunlarının ortaya çıktığını gösteriyor.2 saatten az kullandıklarında bu sorunlar genellikle görülmüyor.
Apple’ın kurucusu Steve Jobs ve Twitter’ın kurucularından Wired ile yapılan ropörtajlarda çocuklarının teknolojk aygıtlarını kullanmalarında kısıtlamalar getirdikleri öğrenilmiş, yani teknolojiyi seven ve hayatını bu yoldan kazanan insanlar da çocuklarının teknolojiyi çok fazla kullanmaması için ihtiyatlı davranıyor.
İnsan olarak hepimizin eşit zamanı var ve sosyal medyada bağlantı sayımız arttıkça onlara ayırdığımız zaman süresi azalıyor, bu da iletişimi kalitesizleştiriyor. Bu nedenle sosyal medyada ne kadar öz arkadaşımız olursa o kadar iyi.
Çok önemli bir başka kural ise uyurken herkesin telefonundan en az 3 metre uzakta olması gerekiyor. Mağara adamından evrilen beynimiz telefon ışığını gün ışığı olarak yorumluyor, uyku hormonu melatonin daha az salgılanıyor ve uyumak güçleşiyor.
Hem çocuklar hem yetişkinler birisiyle yüz yüze konuşurken telefonları bir kenara bırakmalı. Yapılan araştırmalar elektronik aygıtlar olmadan yüz yüze iletişim kuranların, insanların yüzlerindeki ifadeleri okuma gibi sosyal beceriler bakımından daha iyi olduğunu gösteriyor.
Psikolojisi bozuldu yada travma yaşıyor gibi söylemlerimiz artık birisinin başına gelebilecek hemen her şeyi kapsıyor, bu da ilgili duyguların abartıldığı bir mağdur kültürü yaratıyor. Sıradan insani deneyimler dışında kalan olayları bırakın çocuğunuz çözsün ki onun da hayatla mücadele etme, problem çözme yetisi gelişsin. Ömrünün sonuna kadar onun yanında olamayacaksınız ve siz olmadığınızda karşılaştığı sıradan olaylar çocuğunuzda fırtına etkisi yaratmasın.
Son olarak da her şeyi yasaklamak hiçbir şeye çözüm getirmiyor .Evlat emek ister, bu nesil teknolojiyle çok iç içeyse sizlerin de iç içe olmanız ve ne yaptıklarından haberdar olmanız gerekiyor. Yeni neslin hiç teknoloji bilmeyen bir aileyle iletişim kurmaya çabalaması iki ayrı dili konuşan bireylerin birbirleriyle iletişim kurmaya çabalamasıyla aynı. Hiç bilmediğiniz bir konuda çocuğunuz üzerinde ne söyleseniz etki yaratmayacak hatta çocuğunuzun sizi başka konularda da dinlememesine ve saygı duymamasına yol açacaktır. Teknoloji gazeteleri okumakla yada teknoloji sitelerini takip etmekle işe başlayabilirsiniz. İnsanlar bıçakla adam öldürüyor diye evlerimizde bıçak kullanmayı yasaklamıyoruz, kullanımına dikkat ediyoruz ya da ateş yangın çıkarır korkusuyla evlerimizde ateşi yasaklamıyoruz. Akıllı telefon, tablet, bilgisayar da tıpkı böyle.
Her nesil kendinden sonra gelen nesle erişebilmek için çaba sarf etmiş şimdi sıra bizde. Umarım faydalı ve aydınlatıcı bir yazı olmuştur. Gelecek robotların nesli olacak, gençlerin önünü açıp onlara yol gösterebilirsek bilim kurgu filmlerinde gördüğünüz her şeyi gerçekleştirebilecek düzeydeler. Biraz emek, biraz sabır, biraz da istekle geleceğin çocukları tam da hayalimizdeki çocuklar olacak.
Sevgilerle
Duygu DOĞAN(29.01.2019)
i-nesli kitabından alıntılar içermektedir.
KALAN YOLUN ANA TEMASI HUZUR
Yaş 34 yolun yarısı eder diyecekken bunu diyen şairin bile 46 yıl yaşadığı aklıma geliyor ve daha da yoğunlaşıyorum duygularıma… Öyle ya tam vay be yolun yarısındayım diyecekken, kim bilir kaçıncı yarısındayım deyiveriyorum, kaç kez yarıladım kim bilir şu hayatı…
Bu garip düşüncelerle hayatımdaki herkesi her şeyi tekrar tekrar analiz ediyorum. Kendime en belirgininden bir çekirdek bir de yörünge çizdim, yörüngemden nice insanlar gelip geçiyor.Bazısı bana sürekli enerji katıyor, bazısı ise kendinde olmayan enerjiyi benden alarak tamamlamaya çalışıyor. İşte yolun ilk yarısından sonra bu insanlardan enerjimi korumayı öğrendim. Kimsenin boş vaktini doldurup eğlendirecek kadar yada kendimi değersiz hissettiren kimseye sabredecek kadar değersiz olmadığımı gördüm. Ne zaman istemediğim bir şeyi yapmak zorunda kalsam değerli bulmadığım biriyle karşılaşsam, ya bu son saatlerimse onu da bunun içi mi harcayacağım, daha 1.2 milyar insan var düşüncesi beliriyor kafamda.
Hayatta yapılacak çok iş var ve boşa harcanacak zaman da ömür de yok. Çok uyumak, kendini geliştirememiş konuşacak hiçbir şeyi olmayan insanlarla sohbet etmeye çalışmak yada kendini fazla geliştirdiğini zanneden halkı beğenmeyen entelektüel takımıyla takılmak, ben böyleyim diyen kırılır mı dökülür mü düşünmeyen odunlarla zaman harcamak çok gereksiz, bunlara karşı nasıl kalkan oluşturacağımı kendi huzurumu nasıl korunacağımı yolun yarısında çözdüm. Bazısının yanında kitap gibi sessiz olmayı, herkesi hayatımdan çıkaramayacağımı, yoluma bakıp tevekkül etmeyi çarçabuk çözüm yolları bulmayı öğrendim.
Yolun geri kalan yarısında ki eğer varsa yaşayacak uzun ömrüm enerjimi yaşlılığımda kızıma saklıyorum. Bunun da bir annelik görevim olduğunu düşünüyorum. Kendini geliştiren, insani duyguları olan, yıpranmamış yaşlanmamış bir anne her çocuğun hakkı bence… Beni çok ezdiler yıprattılar çocuğum diyenlere bazen “o esnada sen neredeydin be teyze” diyesim geliyor:) Şartlar öyleydi diyene “senin bu şartlar karşısındaki şartların nelerdi peki”, “kaç gemi yakabilecek kadar savaştın?”, “kendini hayatın neresinde hissediyorsun, sence sen ne kadar değerlisin?” gibi sorular soruyorum içimden…Dışımdan mı? Yine kitap gibi sessiz kalıyorum tabii ki…
Uzun lafın kısası şu hayatta insana huzur veren insanlardan daha değerlisi yok . O insanlar ne çok zengin, ne çok kültürlü ne çok okumuş ne de çok mevki sahibi. O insanlar hayatın farklı yerlerine serpiştirilmiş, adeta bir bilgisayar oyununda nereden çıkacağı belli olmayan puan kazandıran altınlar gibi. Hayat bu huzur veren insanları ve ortamları doğru değerlendirme ve biriktirme sanatı bence. Diğerleri mi işte onlarda hayatın bağırsakları olmazsalar olmuyor ama yoklarmış gibi davranmayı da öğrenmemiz gerekiyor:) (25.01.2018)
Eşim dostum çok popüler bir insanım, vakitte bende bol diyorsanız işte tüm bunları paraya çevirmenin tam vakti…
Her ne kadar gürültülü patırtılı başlamış olsa da yeni eğitim öğretim yılımız vatana millete hayırlı uğurlu olsun bakalım. Yeni eğitim-öğretim yılımızda Marmara Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği derslerime, Pendik Anadolu Lisesi Fatih Projesi Koordinatörlüğüne ve Adil Erdem Bayezıt derslerime dair bütün dökümanlara buradan ulaşabilirsiniz.
Karmaşık gece kondu mahallesinde bir an, bir an Galata Kulesi tepesinde. Bir an Sultangazi sokaklarında bir an Fikirtepe apartmanlarında, bazı da Kavakpınar semalarında…Yaşanmışlıkları mı karmaşıklaştırıyordu insanı yoksa özümüydü bu çıkarsız insanın…Hayır hayır bunlar bir yaşanmışlık ürünü olamaz, yoksa bir daha bu kadar içten olurmuydum ki insanlara karşı, açarmıydım böyle içimi ağlarmıydım onlarla, bu kadar rahat el uzatırmıydım daraldığımda, beklermiydim hayrola demelerini yüzüm asıkken, sitem edebilirmiydim böyle içten, aldatıldım diyebilirmiydim gururumu kenara bırakıp ya da gitti diyebilirmiydim herşeyi hiçe sayıp…İnsan savunma cümleleri düşünmediği zaman samimi olabiliyormuş ancak. Seni isteyerek kırmadıklarını anladığında affedebiliyormuş. Kırıkları kaynadığında özüne dönebiliyormuş, bugün yanlız kaldım, düştüm, hastalandım, sevdim, kırıldım, hata yaptım diyebiliyormuş…Ve ancak insan duygularını ifade edebildiğinde acıyı da tatlıyı da dibine kadar yaşayabiliyormuş…Bazı dinlerken birini, gözlerinin içinden içine akıyorum. Diyorum ki ozaman bu insansa diğerleri neydi? Kabusmuydu tüm yaşananlar yoksa bugünün diyeti miydi? Artık kendimi sorgulamıyorum ne olsa da, kendimi tanımladım. Olması gerekenim ben imamın dediğiyle gittiği yolun bir olduğu… Hayatı dibine kadar yaşıyorum, kim ne der demeden. Doğrularım var başkalarının olmayan yanlızca bana ait ve bugün kendimle gurur duyuyorum hiçbir karşılık uğruna ağzımdan çıkmayanlar için…Aldatılmak, terk edilmek, yok sayılmak, düşmek, kalkmak insani duygularsa madem yaşanmışlık ürünü olamaz hayat…Yoksa herkes savunmayla yaşardı hayatı, kimse ağlamazdı güleceklerse, kimse koşmazdı dostuna, tutmazdı onun sıkıntılarını kafasında yer yoksa kimseye…Kabul et insan hiçbiri yaşanmışlık ürünü değil, işte bu sensin, karşılıksızsın çoğu zaman ya da yaşadıklarına sığınan. Sığınmıyorum yaşadıklarıma aldatıldım çoğu zaman ama sevebiliyorum hala, kullanıldı zor zamanlarımda dökülen cümleler, anlatabiliyorum hala. bir ucubeye söylenmeyecekler söylendi, dinleyebilirim hala daha…Nefret etmiyorum tüm erkeklerden, yanlızca hayatıma girip de nedensiz çekip gidenlerden, yüzüme diyemeyeceklerini peşimden söyleyenlerden, nefret etmiyorum tüm dostlarımdan yanlızca sıkıntılarımı başkasıyla paylaşanlardan, zor anlarımda yok olanlardan, nefret etmiyorum tüm amirlerimden, yanlızca güç gösterisinde bulunanlardan, Allah korkusu olmayanlardan, kızmıyorum tüm iş arkadaşlarıma yanlızca karalamaya çalışanlara, yanlış safta olanlara…Özümü yaşıyorum ben yaşanmışlıkları değil, yine aynı şeyler olsa yine aynılarını yaparım. Yaparım ki bugünün diyeti olsun, sizi seviyorum ailem,sizi seviyorum tüm Fuat Köprülü ailesi ve tüm dostlarım, sizi seviyorum… Duygu ATEŞ(19.03.2011)